Islam ve Insan
Kur'ân'ı Kalplere Yazmak


İnsanın kendi kendine yeteceği vehmini, bir gün Rabbine döneceğini hatırlatarak sorgulayan ve daha ilk inen ayetlerinde insanı her şeyden önce bilgi ile özdeşleştiren (Alak, 4-8) yüce kitabımız, hakkı batıldan bir daha birleşmemecesine ayırt ederken, okumak, dinlemek ve yaşamak için gönderilmiş bir hayat kitabı olarak insanlığı öğüt ve ibret almaya davet etmektedir.

Kur’an bir ümitsizlik kaynağı değil (Tâhâ, 2), ümitlerin filiz filiz yeşerdiği bir umut kapısı, insanoğlunu dünyadaki hiçlik ve unutulmuşluk hissinden çekip alarak yeryüzünde yaratılmış olan her şeyin onun emrine amade kılındığını haber veren bir mesajdır. O, insanların, hep beraber tutunabilecekleri, göklerden yere kadar sarkıtılmış kopmayacak sağlam bir ip (Âl-i İmrân, 103), kalplere can veren bir ruh (Şûra, 52), ellerden hiç düşmeyecek sağlam bir kulptur. (Bakara, 256)
“Kur’an’ın üzerinde düşünmüyorlar mı? Yoksa bazı kalplerin üstünde kilitleri mi var?” (Muhammed, 24) diye uyarmak suretiyle, bizleri kendisi ve kâinat üzerinde düşünmeye davet eden Kur’an, Cebrail’in kanatları arasından Muhammed Mustafa’nın gönlüne akıtılan, oradan müminlerin dimağlarına, dudaklarına ve gönüllerine düşen bir kitaptır. Bu kitap “yayılmış ince deri üzerine” (Tûr, 3) satır satır, harf harf işlenerek, lafzı manayla; manayı ruh ile harmanlamış, ötelerin bilgisini tatlı bir rahmet esintisi olarak insanlığa armağan etmiştir.

Asırlar boyu milletimiz, ruhlarını Kur’an’la zenginleştirmek ve onun dokunuşu ile hayatlarına anlam vermek için gönül birliği yapmış, Kur’an’ı en güzel şekilde yazmak, hıfz etmek ve onun eşsiz mesajından nasiplenmek arzusuyla âdeta birbiriyle yarışmıştır. Bu çerçevede insanımız, Kur’an’ın sadece mushaflarda değil, gönüllerde, dimağlarda ve hayatın her anında var olmasını istercesine onu hafızalara da kaydederek, âdeta toplumsal belleği Kur’an’ın engin hoşgörüsü, sevgi ve rahmet esintisiyle sıkıca örmek istemiştir. Bu itibarla Kur’an’ı hıfz etmek, hafızlık yapmak, alelade bir ezberleyiş değil, bilakis bu, Kur’an’ı kalplere kazıma, aklı vahyin parıltısıyla aydınlatma ve hakkın tecellilerini, iyiliği, ahde vefayı, kardeşlik ve hoşgörüyü tüm dünyaya yayma mücadelesidir.

Bizler, Kur’an’ı raflardan ve duvardaki asılı mahfazasından indirerek hayatımıza kattığımız ve onu anlamaya çalıştığımız zaman, “gökten inen bereketli bir yağmur misali” (Buhari, İlim, 20) onun sayesinde, nefsin aşıladığı kötü duygularla kirlenmiş kalplerimizi, doğru bilgi, sevgi ve hoşgörü hisleriyle doldururuz. Hafızlarımız, Kur’an öğreticilerimiz ve Kur’an’ı öğrenmek, onu anlamak ve hıfz etmek isteyen yediden yetmişe insanımız, vahyin bereketli yağmuruyla kalplerini yıkamanın, dimağlarını ilâhi mesajın aydınlık bilgisiyle doldurmanın mutluluğunu yaşarlar.

Başkanlık olarak, “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur…” (Ra’d, 28) ayetinin anlam ufkuna kapılmış bir hâlde, Kur’an kurslarımız, yayınlarımız ve tüm hizmetlerimizle bu mutluluğa ortak olmanın huzurunu ve Kur’an’ın aydınlık mesajını insanımıza en güzel şekilde ulaştırma gayretinin coşkusunu duyuyoruz. Bu duygularla, nefret, şiddet ve bencillik ile harap edilmiş dünyamızın, Kur’an ile mamur olmasını, insanlığın bu büyük hazineden layıkıyla istifade etmesini temenni ediyoruz.



Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU
Diyanet İşleri Başkanı





--------------------------------------------------



Bir Türbe Ki Ruhum Gelen Ağlar Giden Ağlar



Sevgi, insanî duyguların en mâsumu ve en ziyade hürmete lâyık olanıdır. Sevgiye bir tutam şefkat, bir tutam da nezaket karıştırdığınızda o, melekleri kıskandıran bir kıvama ulaşır. Sevgi, tek başına bir ölçüdür. Hak ona bakar, halk onu arar. Sevgi, Yusuf'un (aleyhisselâm) kuyusunda sabır, Nemrut'un ateşinde gül olur; hicret yolunda emniyet olup dillerde, "lâ tahzen innallahe meana"ya (üzülme Allah bizimle beraberdir) dönüşür.

Bizler, bir tutam sevgiydik önce. Sonra "Ete, kemiğe büründük." Daha sonra "İnsan gibi göründük." Ete kemiğe bürünen misâlimizdeki kemalâtı görünce endam aynasında, başladık övünmeye ve sevmemiz gerekenlere tahakküm etmeye. Hem de mâbudiyetten uzaklık noktasında ve mahlûkiyet nispetinde müsavi olduğumuzu bile bile. Sevginin yolunu değiştirdik. O da kurudu. Ve biz, sevgisiz kalıp öldük sanki. Her şey soğudu, kadavralaştık birden. Arzın orta yerine kondu nâşımız. Payandamız ene, gassalimiz kibir, kefenimiz ise, şöhret bezindendi. Semada ve serâda okundu salâlarımız. Duyanlar koşup geldi, bölük bölük. Kimi aşağıydı ayağımızdan, kimi yüceydi âfâkımızdan. "Bir türbe ki ruhum; gelen ağlar, giden ağlar." misâli gelen ağladı, giden ağladı hâlimize. En çok da melekler yas tuttu ölen bedenimize; İblis, taht-ı derekesinde zafer şarkıları söylerken.

Âdettenmiş, her biri bir hakikati fısıldamak için yaklaştı musallaya. Birisi: "Büyük görünme, küçülürsün, dememiş miydim? Hani Mâlikü'l-mülk 'kalû belâ'da seni arza halife kılmıştı. Gözlerinden kulluk akıyor, kalbin sevgiyle kaynıyor, beyninse görülmemiş marifet şimşeklerine hamileydi. Ben sana o gün yaklaşıp; 'Büyük görünme, küçülürsün. Büyüklüğün şe'ni, tevâzû ve mahviyettir. Tekebbür ve tahakküm değildir.' dememiş miydim?" dedi. Bir diğeri, yaklaşıp şöyle seslendi: "Hırs, şükürsüzlük olduğu gibi, hem sebeb-i mahrumiyettir, hem de sebeb-i zillettir. İnne'ş-şehvete tusayyiru mulüke âbiden (Şehvet, efendileri köle yapar) hatırlatmasında bulunmamış mıydım? Kibir, şöhret ve egoizm şehveti; sevgi pınarlarını kurutup, seni zillete mahkûm etti. Bak ne hale düştün!"

Bir kez daha gücümüzü toplayıp "Hayır, hayır! Bunlar doğru olmaz, olamaz!" diye haykırmak, nefsimizi tezkiye etmek istedik. Fakat dizlerin bağı çözülmüş; dilin ise, cansuyu çekilmişti sanki. Fakat muhatap, gönül diline âşinaydı. Anladı bir çırpıda ızdırabımızı ve art arda dizdi sorularını: "Söyler misin sütünden içtiğin, balından yediğin ve yününden giyindiğin hayvanat âlemi için ne yaptın? Hepsine teşekkür sadedinde en son ne zaman bir kedinin sırtını okşadın? Meyvesinden ve sebzesinden yediğin, gölgesinde eğlendiğin nebatat adına ne yaptın? Onlara teşekkür adına en son ne zaman bir kır çiçeğini Yasinlerle suladın? 'İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunandı.' söyler misin en son ne zaman yolda insanlara eza veren bir taşı alıp kenara koydun?"

Bir zamanlar bütün bunları yapanlar, başkasını doyurma uğruna aç yatanlar vardı. Onlar serapa sevgi kahramanıydılar. Sevgiyi sever, nefretten nefret ederlerdi. Sevgisizler, onlara da kıydılar. Yüreği sevgide harman olmuş bir sevgi kahramanının elleri, marifetten mahrum softalar tarafından kesilince hazret, ellerini açar ve naz makamında şöyle dua eder: "Allah'ım ellerimi kesen bu insanları bağışlamadığın sürece ruhumu alma." Sevgisizler, hayatı sevgiden tecrit ederek, adı bilinmez nice sevgi kahramanına da kıydılar. Sevgi kahramanlarının yücelttiği insanlık haysiyeti, esfelin karanlıklarında çile dolduruyor şimdi. Ve kendisine sahip çıkacak kutlu elleri bekliyor.

Sana düşen, ellerini yıkamak hem de dirseklerine kadar; sîmana yerleşen kibir tortusundan arınmak için yüzünü paklamak/yıkamak, hem de tüy bitimine kadar; ayağını kaydıran fikirler için bir merkez yaptığın başını da soğuk bir su ile mesh etmek; bu kadar arınmadan sonra iş tamam olsun diye, bir de seni sevgisizler ülkesine taşıyan ayakları yıkamak. Yıka ki, artık hiçbirinin oralarda bezi olmasın.

Kibir musallasında yatan insan için, cümle âlem ağlaşırken, beyazlar içinde bir mevta daha getirildi onun yanı başına. Ağlaşmalar yeri göğü delercesine çoğaldı. Eyvah! Bu gelen sevgiydi. Sararmış, solmuş; Züleyha'dan daha perişan olmuştu. O da ölmüştü sanki insan gibi. Musallanın birisinde yatan, mahallinden mahrum sevgi; ötekinde ise, sevgiden mahrum insanın kalbiydi. Fakat sevginin her yanını masumiyet kaplamıştı. Duruşuna bakılırsa, söyleyeceği çok şey vardı. Ama dilin hükmü yoktu musalla taşında. Gönül dili tercüman oluverdi sevgiye: "Kendi rızasıyla zarara girene merhamet edilmez; fakat insanın sevgisizlik ateşi beni de yaktı, bitirdi. İnsanın ölümü benim de ölümüm oldu sanki. Onun olmadığı âlemde ben de mânâmı yitirdim. Şeyh Galip'ten ödünç aldığım şu mısralarla insanlık adına af için geldim gufran kapısına. 'Su uyur, düşman uyur, haste-i hicran uyumaz.' Çiçek için dalı ne ise, benim için de insan o. Onsuzluk hicranı hasta kıldı ruhumu. Yedi kat semanın sularını uyuttum, ekmeği aşı unuttum; ama sevgiye mahal olan insan kalbinden ayrı kalmanın hicranıyla hasta olan ruhumu bir türlü uyutamadım. Şimdi insan için bir fırsat dilenmeye geldim. O da yaptıklarından nâdim ise, bir iksir-i nuranî olan şefkat-i İlâhiyye'den mağfiret diliyorum." Sevginin sevgi dolu sözlerinden güç alan insan, içini şerh etmek istedi; ancak ümitsizliğin küflü prangaları bütün ruhunu sarmıştı. Bu zincirleri kırmak da sevgiye düşmüştü. Şöyle dedi: "Düşün bir defa, senin gibi zaif, aciz ve fânî bir mahlûka bu koca kâinatı hizmetçi eden ve imdadına gönderen Zât; ilim, kudret, hikmet sahibidir; şefkati ve rahmeti boldur. Ondan istedikçe değer kazanacaksın. Onun mağfiretinden müstağni kaldıkça rahmetten uzak kalacaksın. 'Dua edin, cevap vereyim.' diyen O. 'Dualarınız olmasaydı hiç kıymetiniz olmayacaktı.' diyen O. Ruhunu öldüren şu kibir libasını çıkar, fakra bürün. Acz Burak'ına bindiğinde kalbin zümrüt tepelerinde dolaşabilirsin." İnsan da öyle yaptı. İblis'in gönül tahtına inşa ettiği kibir tahtı, hak ile yeksan oluverdi birden. Musallası beyaz bir Burak'a dönüştü. Sevginin, aczin ve fakrın gücünü fark eden insan, yükseklere, daha yükseklere kanat açarken, bulutları sayfa yapıp ardında şu satırları bıraktı:

"Sırtında şalın
Yanağında alın
Veya
Kovanında balın
Olmasa bile
Sevgiyle çal kapımı
Sana
Gönül sarayımın bütün kapılarını açarım
Ama
Sevgiyle sulamadığın bir gülle
Sevgiyle arşınlamadığın bir yolla
Sevgiyi bilmeyen bir kulla
Geleceksen kapıma,
Sakın gelme!
Sana
Gönül sarayımın bütün kapılarını kaparım."



Orhan TEK



---------------------------------------------------







Namaz, dört şeyi dört şekilde bize yeniden kazandırır:

1.Kur'ân, 2.Kıyam, 3.Zaman, 4.Mekân

Niye Kur'ân?

1. Kur'ân'ı okumak içindir namaz.
2. Kur'ân'da adımı "iyiler arasında" okumak içindir namaz.
3. Varlığımın fani kumaşını Kur'ân'la ebedîce dokumak içindir namaz.
4. Kudsi dudakların değdiği Kur'ân'ın lafzına dudağımı dokundurmak içindir namaz.


Niye Kıyam?

1. Kıyamla varlığımı teslim ederim namazda. Canımı veririm, ömrümü infak ederim, gönlümü eritirim rükularda, secdelerde.
2. Kıyamla yeryüzündeki duruşumu sahih kılarım namazda. Varlığım armağan olsun Varedene...
3. Namazla kulluğumu kıyamda olduğu gibi hep dik tutarım. İki namaz arasında da kıbleden şaşmayan, boş söz konuşmayan, yüzünü vechullah'dan çevirmeyen biri olurum.
4. Namazda bedenimi mekik edip fani ömrümün astarını ebediyetin atlasına dikerim. Çürüyüp giden, eksilen, eskiyen ömrümü bir altın kupaya akıtırım.


Niye zaman?

1. Zamanın akışına ilmekler atarım namazla. Beş vakti baş vakit kılarım.
2. Zamanın nabzını alırım kalbime namazla. Beş vakit kasılıp gevşeyen bir kalbin ritmini duyarım.
3. Zamana karşı direncim artar namazda. Sıyrılırım fenadan, bekaya atarım kalbimi de kalıbımı da...
4. Zamanın akışını kutsi oluklara yönlendiririm, cennet değirmenini döndürürüm. Un ufak olur umutsuzluklar, mutsuzluklar.


Niye mekan?

1. Mekan nurlanır namazda. Her tarafım tanıdık olur.
2. Mekân Kabe'ye taşınır ve taşar namazda. Döndüğüm duvar mukaddes olur. Odamdan kudsilerin haremlerine kapılar açılır.
3. Mekânın yönlenir, anlam kazanır namazda. Kıblenin çekim alanında dağınık sokaklar, umursamaz caddeler, sağır duvarlar aşina olur, hizaya gelir, toparlanır.
4. Mekân yakınlık olur namazda. Alnım değer O'nun yakınlığına.




Senai Demirci



-------------------------------------------------------------------
REKLAMLAR
 
ARAMA MOTORU
 
Özel Arama
HABERLER
 
SİNEMADA BU HAFTA
 
SPONSOR REKLAMLAR
 
 
Bugün 20 ziyaretçi (89 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol